Antik Mısırlılar her şeyde olduğu gibi ruh için de basit düşünmemişler ve
ruh deyip geçmemişlerdir. Ruhun farklı parçalardan oluştuğunu düşünmüşlerdir. Bu
yazıda ruhun parçalarından olan Ka, Ba, Akh ve Ren’den bahsedeceğim.
Ruhun bir parçası olan Ka, Antik Mısırlılara göre yaşam gücüydü. Kişinin
yemesini, içmesini, koklamasını, nefes alabilmesini sağlayan, kısaca bedene
hayat veren güçtü. Ka, kişinin doğmadan önce var olan parçasıydı. Tanrı Khnum, Ka’yı kişinin bedeninin suretinde yaratır, hem Ka’ya hem de bedene şekil verirdi. Zira
Tanrı Khnum, “şekil verme” özelliği sebebiyle “Kutsal Çömlekçi” olarak da
anılmıştır.
Tanrı Khnum, Ka ve bedene şekil verirken resmedilmiş. Ka, bedenin hemen arkasında, ondan önce yaratılmıştır. Bedenin suretinde olduğundan Ka, "bedenin ikizi" (duble/double) olarak da anılırdı. |
Antik Mısırlılar ölüm anında Ka’nın bedenden ayrıldığına; fakat mezarda
kalmaya devam ettiğine inanırdı. Bu nedenle mezarlar “Ka’nın Evi” olarak da
anılırdı. Ka, ölen kişinin mumyasında, heykelinde veya onu tasvir eden bir
duvar resminde yaşayabilirdi. Antik Mısırlıların mumyalama konusunda
uzmanlaşmalarının bir sebebi de Ka’nın güzel bir şekilde yaşamına devam
edebilmesi için bedenin yaşayan görüntüsünde korunması gerektiğine olan
inançlarıdır. Öte yandan Ka’nın, kişinin yaşarken kullandığı eşyalar içinde de
yaşayabileceğine olan inanç sebebiyle Antik Mısırlılar mümkün olduğunca az
sayıda eşya ile yaşamlarına devam ederlerdi. Zira öldükten sonra bu eşyaların
bir araya toplanması, kişinin eşyalarıyla birlikte gömülmesi gerekirdi. Aksi takdirde
Ka, huzur bulamazdı. Günümüzde ölen kişinin eşyalarının evden çıkarılması,
dağıtılması, ayakkabıların kapı önünde dışarı bakar konumda tutulması vb.
uygulamaların Antik Mısır’dan geldiğini düşünmek pek zorlayıcı olmasa gerek.
Ölünün mumyasına uygulanan Ağız Açma Ritüeli’nin amacı, Ka’nın bedenden
dışarı çıkmasını sağlamak ve onu aktif hale getirebilmekti. “Aktif hale gelmiş”
olan Ka, tıpkı yaşayanlar gibi yeme, içme, beslenme vb. hayati ihtiyaçlara
sahipti. Antik Mısırlılar ölen kişinin Ka’sını besleyebilmek ve onu mutlu
edebilmek için mezarlara yiyecek ve içeceklerden oluşan sunaklar ve çiçekler getirirdi.
Bu yiyecek ve içecekler genellikle ölen kişinin yaşarken sevdiği besinlerden
oluşurdu. Günümüzde türbelere getirilen sunaklar, mezarlara dikilen çiçekler
vb. uygulamaların kökeninin de Antik Mısır’dan geldiği düşünülebilir.
|
Mezarın içinde yaşamına devam eden Ka’nın aksine Ba, mezardan düzenli
olarak çıkabiliyordu. Bu sebeple Ba, ruhun mobil (hareketli) kısmı olarak da
anılırdı. Ba da tıpkı Ka gibi kişinin ölümünden sonra da varlığına devam
ederdi. Ölünün mumyasına uygulanan Ağız Açma Ritüeli’nden sonra Ba’nın bedenden
ayrılması mümkün hale gelir ve yolculuğuna başlardı.
Antik Mısırlılar Ba’yı, kişinin karakteriyle ve kişiliğiyle özdeşleştirmişti.
Yani Ba, kişiye özgü olan özelliklerin bir toplamıydı. Ölümden sonra ruhun, Maat’ın
adalet terazisinde tartılan kısmı Ba’dır.
Ba, ölüler ve yaşayanlar diyarında, yeraltında ve yerüstünde
dolaşabiliyordu. Farklı formlara bürünebilrse de çoğunlukla insan başlı bir kuş
olarak tasvir edilmiştir. Yaşayanlar ve ölüler diyarında özgürce
dolaşabilmesine rağmen Ba’nın bedene ya da kişiyi tasvir eden heykel veya resme
dönme zorunluluğu vardı.
Ba'nın mumyaya döndüğü an |
Akh ise Ba’nın bedene dönme zorunluluğundan muaf durumdaydı. Ne de olsa Akh’ın
kutsal güçleri vardı. Zira Akh, ruhun adalet terazisinden başarılı bir şekilde
geçip ölümsüzlüğe ulaşmış haliydi. Yine de Akh’ın canlanabilmesi için Ka ve Ba’nın
ölünün mumyasında, heykelinde veya resminde bir araya gelmesi, birleşmesi
gerekirdi.
Antik Mısırlıların piramit duvarlarına kazıdıkları kutsal sözlerden oluşan
Piramit Metinleri’nin 474 numaralı deyişinde şunlar geçer:
“Akh, cennete aittir; beden ise yeryüzüne. Yıldızlar arasında tanrılarla
birlikte ölümsüzlüğün tadını çıkaran Akh’tır.”
Antik Mısır inanışına göre Akh her ne kadar yıldızlar arasında tanrılarla
birlikte ölümsüzlüğün tadını çıkarıyor olsa da yeryüzüne intikam amaçlı ya da
yardım amaçlı bir hayalet gibi inebilirdi. Akh, yaşayanların işlerine burnunu
sokabilir, intikam ve/veya iyilik için yeryüzüne bir “hayalet” olarak geri
dönerek işini bitirdikten sonra yıldızlar diyarına tekrar yol alabilirdi.
Ayrıca ölümden sonra herkesin Akh’a dönüşemeyeceğinin bilinmesi gerekir. Zira
Maat’ın adalet terazisinden geçemeyen kalp (Ba), timsah tanrı Sobek tarafından yutulmakta
ve ruh tamamen yok olmaktaydı.
Ruhun bir diğer parçası olan Ren ise kişinin gizli adıydı. Bu ad, kişiye
doğumunda ilahi boyuttaki tanrılar tarafından verilmekte ve bu adı sadece
tanrılar bilmekteydi. Bu adın tanrılar tarafından değiştirilmesiyle kişinin
kaderinin de değişebileceğine inanılırdı. Ölümden sonraki yaşamında kişi,
yaşarken sahip olduğu adıyla değil, tanrıların ona verdiği gizli adı olan Ren’i
ile anılırdı. Ren’in sadece tanrılar tarafından bilindiğine olan inanışın arka
planında ise Antik Mısırlıların öldükten sonra isimlerinin unutulmasından
duydukları korkunun var olduğu düşünülebilir. Zira Antik Mısırlılar adları
anıldığı sürece ölseler bile yaşayacaklarına inanmışlardır. Mezar duvarlarına
adlarını kazımışlar, nefret ettikleri kişilerin mezar duvarlarından ise ölümünden
sonra huzur bulamasın ve ölümsüzlüğe kavuşamasın diye adlarını silmişlerdir. Dolayısıyla
Ren inanışı, kişinin ölümünden sonra tanrılar nezdinde korunan gizli bir ada
sahip olması gerektiği düşüncesinden türetilmiş olabilir.