Antik Mısır’ın Ölüler Kitabı denildiği zaman aklınıza ölülerin kaydının tutulduğu bir kaynak geliyorsa çok yanılıyorsunuz (şaka değil, böyle düşünenlerin sayısı bir hayli fazla). Ölüler Kitabı, ölen kişinin ruhunun karşılaşacağı birtakım test ve yargılama sahnelerinden başarıyla geçebilmesi için ona yol gösterici olan duaların ve bilmesi gereken önemli isimlerin yazılı olduğu bir kitaptır. Antik Mısır’da Ölüler Kitabı olmadan gömülen bir kişinin ruhunun hiçbir zaman huzura kavuşamayacağı düşünülürdü. Bu nedenle Ölüler Kitabı oldukça değerliydi. Ölüler Kitabı’na sahip olabilenler için ölümden sonra huzurlu bir hayat garanti olarak görülüyordu. Kitabı almaya gücü yetmeyenlerin ise yaşarken bu kitaba sahip olmak için çok çalışması gerekiyordu. Antik Mısırlılar için ölümden sonraki hayat çok daha önemli olduğundan Ölüler Kitabı’na sahip olmak, hayat memat meselesiydi.
Papirüslere yazılarak oluşturulan
Ölüler Kitabı oldukça pahalıydı. Bu nedenle Kraliyet ailesine mensup kişiler,
üst düzey memurlar, rahipler ve katipler bu kitaba kolayca sahip olabiliyordu.
Kitaba parası yetmeyenler ise çalışarak, yani iş güçleri karşılığında Ölüler
Kitabı’nı alabiliyordu. Tabi kitabın kalitesi, kişinin bütçesine göre
değişebiliyordu. Kitabı oluşturan papirüsün pahalı olması sebebiyle Ölüler
Kitabı kimi zaman ikinci el papirüsler kullanılarak hazırlanabiliyordu. Ölüler
Kitabı genellikle yazmanlar tarafından satılmak üzere atölyelerde önceden oluşturuluyordu.
Ölen kişinin isminin yazılacağı alanlar ise sonradan yazılmak üzere boş
bırakılıyordu. Kişi, bir yazman ise kendi Ölüler kitabını oluşturabilirdi; fakat
yazman değilse kitaba sahip olmak için ya parası olmalıydı ya da çalışması
gerekirdi.
Bilinen ilk Ölüler Kitabı,
piramitlere kazınmış 453 bab’lık bir metindir (Kelime olarak “bab”, kutsal kitapların her bir bölümüne verilmiş
isimdir. Antik Mısır’ın Ölüler Kitabı’nda bab ise “büyülü söz topluluğu” kelime
grubunu karşılamaktadır. Ejiptologlar, söz konusu büyülü söz topluluklarını
isimlendirmek için bab kelimesini kullanmayı uygun görmüşlerdir).
Piramitlere kazınmış bu metinler, M.Ö. 7. Yüzyılda 165 bab’da toplanmıştır. Söz
konusu metnin en iyi örneği, Torino’daki Eski Mısır müzesinde korunan 20 metre
boyundaki bir papirüstür.
Ölüler Kitabı hakkındaki bu özet
bilgilerden sonra kitabı almaya gücü olan, zaten kendisi de bir yazman olduğu
için bu konuda hiçbir zorluk çekmeyen Hunefer’in Ölüler Kitabı’ndan iki sahneyi
inceleyelim. Böylece Ölüler Kitabı’nın içeriği hakkında fikir sahibi
olabileceksiniz.
Hunefer ve eşi Nasha 19. Hanedanlık
döneminde, M.Ö. 1310 yılı civarında yaşamışlardı. Hunefer, kraliyet katibi
(yazman) ve kraliyete ait büyükbaş hayvanların baş denetçisiydi. Ayrıca firavun
1. Seti’nin idare memuruydu. Söz konusu ünvanlar, Hunefer’in krala yakın bir
kişilik olduğunu göstermektedir. Hunefer’in yüksek statüsü, ona ait Ölüler Kitabı’nın
kalitesinden de anlaşılmaktadır. Hunefer’in Ölüler Kitabı, Hunefer papirüsü
olarak da isimlendirilir. Hunefer papirüsü çok iyi korunmuş, geniş ebatlı ve
içindeki illüstrasyonların çok net anlaşıldığı bir papirüstür. British Museum’da
sergilenen bu papirüsteki “ağız açma ritüeli” illüstrasyonu, papirüsün en
meşhur parçalarından biridir. Aşağıdaki görsel, Hunefer papirüsündeki Ağız Açma
Ritüeli sahnesini göstermektedir. Şimdi bu sahneyi inceleyelim.
Hunefer'in Ölüler Kitabı'ndan bir sahne. M.Ö. 1275, 19. Hanedanlık, Thebes, Mısır. British Museum'da sergilenmektedir. |
Sahnenin üst kısmında ortada
Hunefer’in mumyası görülüyor. Mumyanın arkasında Anubis, mumyayı destekliyor. Bazı
yerlerde mumyayı tutanın Anubis değil de çakal maskesi giymiş bir rahip olduğu
da söylenir. Fakat Antik Mısır illüstrasyonlarında insanların ten renklerinin
kırmızı/kahverengi, tanrıların ise altın sarısı ile renklendirildiği göz önüne
alınırsa, bunun Anubis olduğu söylenebilir. Hunefer’in mumyasının önünde ve
hemen altında karısı ve kızı yas tutuyor. Sol üstteki üç rahip seremoniyi gerçekleştiriyor.
Öndeki beyaz kuşaklı iki rahip, mumyanın ağız açma ritüelini uyguluyor. Sağdaki
beyaz yapı, Hunefer’in mezarını simgeliyor. Bu mezar altta bir geçiş kapısı ve
üstte de küçük bir piramitten oluşuyor. Bu mezar yapısının hemen solunda
dikilitaş bulunuyor, söz konusu dikilitaş normalde olduğundan daha geniş ve
büyük resmedilmiş. Bunun sebebi, dikilitaşın içeriğinin daha anlaşılır olmasını
ve kolay okunmasını sağlamaktır (dikilitaşın içeriğine bakıldığında Osiris’e
tapınmanın anlatılmış olduğu görülüyor).
İçerik okumaya devam edersek sağ alt
köşedeki sahnede masanın üstünde ağız açma ritüelinde gerekli olan araçların
yer aldığı görülüyor. Sol alt kısımda bir boğanın ritüel için kesilmiş ön ayağı
gösteriliyor (sonrasında boğa kurban edilir). Burada boğanın annesiyle birlikte
resmedilmiş olması ilginç. Bunun üzüntü ve kederi aktarmak için bu şekilde
resmedilmiş olduğu düşünülüyor. Peki Hunefer papirüsünün önemli bir kısmını
kapsayan Ağız Açma Ritüeli nedir?
Ağız Açma Ritüeli, ölen kişinin öbür dünyada yaşamsal faaliyetlerine yeniden kavuşmasını sağlamak için yapılan bir çeşit seremoniydi. Bu ritüelde Anubis’e ait olan bir büyü aracıyla theurgie yapılırdı. Theurgie, yüksek ruhlarla ilişki kurmaya yarayan bir çeşit sihirdi. Bunun için kurban edilmiş bir hayvanın yüreği veya bacağı, ölen kişinin yüzüne sürülür, “büyük sihirbaz” denen yılan şeklindeki tanrısal bir araç yardımıyla ölünün öbür dünyada ağzını, gözlerini ve kulaklarını kullanabilmesi amacıyla bu organlara dokunulurdu. İlgili görselde sağ alt köşede yer alan masanın üzerinde resmedilmiş “büyük sihirbaz” araçlarını görmek mümkün. Aşağıdaki görsel ise Ağız Açma Ritüeli tamamlandıktan sonraki kısım olan yargı sahnesini gösteriyor. Şimdi de bu görseli inceleyelim.
Hunefer'in Ölüler Kitabı'ndan bir sahne. M.Ö. 1275, 19. Hanedanlık, Thebes, Mısır. British Museum'da sergilenmektedir. |
Öncelikle bu sahnenin soldan sağa
doğru okunması gerektiğini belirteyim. Bunu nereden anlıyoruz? Sahnenin üst
kısmındaki tanrı ve tanrıçaların bakış yönüne dikkat ederseniz, sola bakmış
olduklarını görürsünüz. Hiyeroglif okumalarında hiyerogliflerin ve
hiyeroglifleri betimleyen (tanrı ve tanrıça sembolü gibi) ideogramların bakış
yönünün, okumaya nereden başlanacağı konusunda fikir verici olduğunu, daha
önceki yazılarımda belirtmiştim. Burada da aynı durum geçerli. Konumuza dönecek
olursak sol başta Anubis’in Hunefer’i, kalbinin yargılanacağı alana götürmekte
olduğu görülüyor. Sonraki sahnede Anubis’i, Hunefer’in kalbinin Maat’ın tüyü
ile tartıldığı sahnede gözlemci rolündeyken görüyoruz. Antik Mısırlılar kalbin
duyguların, aklın ve karakterin bir konutu olduğunu düşünüyorlardı. Kalp tüyden
hafif ya da dengede olursa, ölen kişinin iyi bir insan olarak yaşadığı
anlaşılıyor, ölmüşün ruhu huzura ve sonsuzluğa kavuşuyordu. Fakat kalp tüyden
ağır gelirse ruh tamamen yok oluyor ve kalp timsah, aslan ve hipopotam karışımı
Ammut tarafından yeniyordu. Burada Hunefer’in ruhunun Ammut’a yem olmaktan
kurtulmuş olduğunu söyleyebiliriz, çünkü Hunefer’in kalbi, Maat’ın tüyünden
hafif gelmiştir.
Tartı sahnesini atlatan Hunefer,
Osiris’in oğlu Horus tarafından Osiris’e takdim ediliyor. Osiris’in, kız
kardeşleri İsis ve Nephthys ile otururken resmedildiği görülüyor. Osiris’in
önündeki lotusun üzerinde ise Horus’un dört oğlunu görmek mümkün. Bu oğullar
aynı zamanda ölünün iç organlarını korumakla yükümlüdürler, bu nedenle iç
organların konulduğu kanopik kapların başlıkları, Horus’un dört oğluna aittir. Sahnenin
sol üst köşesinde ise tüm bu sahneleri atlatmış Hunefer’in, ruhun
yargılanmasına gözlemcilik yapan tanrı ve tanrıçalara tapınmakta olduğu
görülüyor. Artık Hunefer özgür, huzurlu ve ölümden sonraki hayatına mutluluk
içinde başlamaya hazır.
Soldan sağa: İnsan başlı Imsethy (karaciğerlerin koruyucusudur), çakal başlı Duamutef (midenin koruyucusudur), şahin başlı Kebehsenuef (bağırsakların koruyucusudur), babun başlı Hapi (akciğerlerin koruyucusudur).
Antik Mısırlılar her ne kadar
varını yoğunu ölümden sonrasına saklamış (firavun mezarlarından çıkan
altınları, gündelik işlerle ilgili araçları, yiyecekleri, atları, hatta ve
hatta hizmetkar mumyalarını düşünün) ve yaşarlarken ölüm sonrasına yatırım
yapmış (Ölüler Kitabı’na sahip olmak gibi) olsalar da ölüm, onlar için bir
tabuydu. Tabu demişken Freud’u anmadan geçmeyeyim. Bilenler bilir, Freud’a göre
cinsellik (Eros) ve ölüm (Thanatos), insanoğlunun en büyük iki tabusudur. Antik
Mısırlılar için cinselliğin olmasa da ölümün bir tabu olduğunu söylemek mümkün.
Çünkü onlar, ölünün arkasından her türlü ritüeli tamamladıktan sonra bir daha
ölüden bahsetmek istemezler, adını anmaktan çekinirler, onun hakkında kötü
konuşmaktan korkarlardı. Aksi takdirde ölünün ruhunun dolunay zamanı ruhlarını,
kokularını, muskalarını çalmak, burun deliklerini ve ciğerlerini yeraltındaki
şeytanların nefesleriyle zehirlemek için geleceğini düşünürlerdi. Çekinilen bir
şey hakkında konuşmaktan korkma, demek ki binlerce yıl öncesinde de var olan
bir tabuymuş. Mesela günlük hayatta cin yerine “üç harfli” ifadesinin
kullanılması, sinemada Voldemort yerine “kim olduğunu bilirsin sen” ifadesinin
kullanılması vb…hepsi, insanoğlunun ortak bilincinin bir eseri olsa gerek. Neyse
konuyu çok dağıtmadan ve daha fazla uzatmadan Ölüler Kitabı çevirisiyle tanınan
İngiliz Mısırbilimci Profesör Peter le Page Renouf’un şu sözleriyle yazıyı
sonlandırayım:
“…Çünkü her şey ezelden beri
Ölüler Kitabı’nda yazılmıştır. Evet, ezelden beri.”