Sic Mundus Creatus Est. Türkçesi
“Ve dünya böyle yaratıldı.”Dark’ın 2. sezonunu izleyenler için bu cümle tanıdık
gelecektir. Zira sezonun ilk bölümünden son bölümüne kadar bu cümle sürekli
gösterilmekte ve karakterler tarafından telaffuz edilmektedir. Zaten sezon
bütünüyle bu cümle üzerine kurulmuş durumdadır. Öte yandan ezoterizme ilgi
duyanların ise (benim de Dark’ı izlerken sürekli aklıma geldiği gibi=)) bu
cümleyi gördüklerinde veya duyduklarında akıllarına ilk gelen şey, cümlenin
sahibi olduğu düşünülen (henüz böyle bir şahsın yaşadığı kanıtlanmış değil)
Hermes Trismegistus’tur.
Dark dizisindeki mağaranın içindeki kapı |
Hermes Trismegistus…
Trismegistus, “3 kere büyük” anlamına gelir. Antik Yunanda bilgeliğin kurucusu
olarak anılan Hermes hem kral, hem büyük rahip hem de din kurucu olarak
görüldüğünden ona “3 kere büyük” anlamına gelen Trismegistus sıfatı yakıştırılmıştır.
Hermes’in tek bir ismi
olmamıştır. Hermes, Antik Mısır’da Thoth (en sevdiğim=)), Roma’da Merkur,
Hıristiyanlıkta Enoch, İslamiyette ise Hızır/İlyas olarak anılır ve
yaratılmışlar içinde Tanrı’ya en yakın olan kişidir. Bu sebeple Tanrı’dan gelen
mesajların yeryüzüne iletilmesinde ve bu mesajların anlaşılabilmesi için şekillendirilmesinde
büyük rol oynar.
Soldaki Thoth (Antik Mısır tasviri), sağdaki Hermes (Antik Yunan tasviri), aslında aynı kişiler |
“Sic Mundus Creatus Est” cümlesi,
Hermes’in levhalar üzerine kazıdığı metinlerden oluşan Zümrüt Levhası’nda
(Emerald Tablet of Hermes) geçmektedir. Ezoterizmin temelini oluşturan bu
eserde beni en çok etkileyen 2 cümleyi paylaşmak isterim.
Birinci cümle:
“Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan
gibidir (Latincesi: “Omne superius sicut inferius”, günümüzde dövme olarak
sıklıkla tercih edilen bir cümle) ve
birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.”
Olası yorum: Bu cümle, makro kozmos
(evren) ve mikro kozmos (insan) arasındaki bağlantının kesinliği ve bu ikisine
de hükmeden tanrısal yasalar olduğu şeklinde yorumlanabilir. Burada makro kozmos
ve mikro kozmos kavramlarını biraz açalım. Kelime anlamı olarak “küçük evren”
anlamına gelen mikro kozmos küçük öğeleri, bunların kendi aralarındaki
etkileşimlerini ve kendi alanları dışında kalan alanları da etkileyerek
yarattıkları tüm olayları kapsar. İnsan, bir mikro kozmos olarak
değerlendirilir ve varlığın bütün öz biçimlerini kendi özünde barındırır. Bu
nedenle evrenin anlaşılmasında insan başat bir kaynak olarak incelenebilir.
Mikro kozmosun şekilsel sembolü pentagram, sayısal sembolü ise 5 rakamıdır. 5
rakamı, insanı sembolize etmektedir. İnsan kollarını ve bacaklarını açtığında,
başı ile birlikte beş köşeli bir yıldızı andırır. Makro kozmos ise kelime
anlamı olarak “büyük evren” demektir ve sonsuz büyüklüğe doğru uzanan evrenin
tüm öğelerini barındırır. Bu iki kavramın sınırlarının ne olduğu konusunda hala
kesin bir yargıya varılmış değildir. Bu nedenle kavramlar hakkında sadece bu
açıklamaları yapmayı yeterli görüyorum. İnsan (mikro kozmos) ve tanrısal öz
(makro kozmos) birlikteliği ile insanın tanrının bir parçası olduğu düşüncesi
bu cümlede vurgulanmaktadır. Bütün parçaya, parça da bütüne benzer ve
birbirlerinden etkilenir. Yani aslında bütün her şey, bir olandan/bir olanın
düşüncesinden gelmiştir (Meraklısına: Tolkien’in Silmarillion eserini
oluştururken de bu bakış açısından esinlendiğini görmek mümkün, bknz: Eru-Valar-Maiar
ilişkisi).
Mikro kozmosun şekilsel sembolü, pentagram |
İkinci cümle:
“Toprağı ateşten ve suptil (maddenin katı, sıvı ve gaz halleri
dışındaki algılanamaz halleri) olanı kaba (maddi) olandan ihtiyatlıca ve
ustalıkla ayırır.”
Olası Yorum: Burada ruhun (subtil
olan) maddeye (kaba olan) olan esaretinden kurtulması gerektiği (nefsinin
kölesi olmaması) vurgusunun yapıldığı düşünülebilir. Maddenin esaretinden
kurtulan ruh, tanrısal töze ulaşabilir ve böylece gökyüzüne çıkmış/evrimleşmiş
olur. Hemen burada Antik Mısır bağlantısı çekersem eğer Antik Mısır’da ruhun
maddenin esaretinden inisiyasyon yoluyla kurtulacağına inanıldığını söylemem
gerekir. Antik Mısır’da bir kişinin alnının ortasında Ankh sembolü ile
resmedilmesi, o kişinin “inisiye” olduğunu gösterirdi. İnisiye olmuş kişi,
gizli olanın (ezoterik) bilgisine erişmiş, gizli ve kadim olanı bilmeye
havsalası yeterli gelmiş ve gizli olanın bilgisini taşımaya ve saklamaya gücü
yeten kişi anlamına gelmektedir. Genellikle Tanrıça İsis’in bu şekilde
resmedildiği bilinmektedir.
Hermes’e dönelim. Hermes’e göre
ruh kısa bir sınama için yeryüzüne inip maddeyle birleşecektir; fakat ruhun
maddeye boyun eğmemesi gerekmektedir. Zira ruhun maddeye boyun eğmesi, sonsuza
dek yok olması anlamına gelir. İnsan ruhu yeryüzündeki sınavını kazanamazsa
ruhta bulunan tanrısal nur (Tolkien evreninde sıkça geçer) söner ve ışık yalnız
başına çıktığı yere dönerek ruhu karanlıkta bırakır. Işıksız kalan ruh da
karanlık tarafından yutulur ve sonsuza dek yok olur (Antik Mısır sembolizminde
ruhun karanlık tarafından yutulması, timsah tanrı Sobek’in kalbi tüyden ağır
basan ölünün kalbini yemesi ile gösterilir).
Ölünün kalbi tüy ile birlikte tartılıyor. Kalp tüyden ağır gelirse timsah tanrı Sobek kalbi yiyecek ve ölünün ruhu sonsuza dek karanlığa gömülecek. |
Hermes’e göre büyük boşluk,
yeryüzüne inip göğe yükselen ve arada eriyip tükenen sayısız ruhların
kasırgasıyla kavrulur. Maddeye boyun eğmeyip yeryüzündeki sınavını kazanan
başarılı ruh, yedi kat göğe yükselip ölümsüzlüğe kavuşur. Peki başarılı ruhun
yedi kat göğe yükselirken geçtiği aşamalar neler? Bu aşamalar, Hermetik bakış
açısıyla şu şekilde ifade edilebilir:
-Yeryüzündeki sınavını kazanan
başarılı ruh ilk basamak olarak Ay’a yükselir. Ay, ruhları cesetlerinden
kurtararak büyük ışığa doğru çeker.
-Birinci katta cesetlerinden
sıyrılmış (suptilin kabadan ayrılması durumunu hatırlayın) ruhlara göğün ikinci
katında Utarit yıldızı yol gösterir. Bu kattaki ruhlar, asaletlerini kanıtlamış
ruhlardır.
-Göğün üçüncü katında yer alan
Zühre yıldızı sayesinde ise birbirlerini unutan ruhlar, elinde aşk aynasını
tutan Zühre sayesinde birbirlerini bulurlar.
-Göğün dördüncü katında Güneş
egemendir. Bu kattaki ruhlar Güneş tarafından ölümsüzlüğe hazırlanırlar.
-Göğün beşinci katını yöneten ise
Merih yıldızıdır ve Merih, adaletin keskin kılıcını tutar.
-Göğün altıncı katını Müşteri
(Jupiter) yıldızı yönetir ve bu yıldız, bilimin dehasıdır.
-Göğün yedinci katı ise
ölümsüzlüğe kavuşulan yerdir ve bu kat, tümel aklın tüm sırlarını saklayan
Zuhal yıldızının bulunduğu yerdir.
Her ne kadar Hermes
Trismegistus’un yaşayıp yaşamadığı henüz kanıtlanmamış olsa da Albertus
Magnus’a (Alman piskopos ve düşünür) göre Hermes’in mezarı İskender tarafından
keşfedilmiştir. İskender tarafından keşfedilen bu mezarda ona göre hem
Hermes’in çürümüş cesedi hem de cesedin kucaklayarak sarıldığı bahsi geçen
tabletler bulunmuştur. Peki söz konusu ceset nerede? Saklanıyor mu? vb.
soruların cevabı maalesef yoktur.
Bu yazıda Dark dizisinde gördüğüm
ezoterik öğelerin bendeki çağrışımlarını az da olsa aktarmaya çalıştım. Yoksa
ezoterizmi başlı başına ele almaya kalksam ayrı bir blog açmam gerekir. Yazıyı
yine dizide gördüğüm ve materia prima (ilk madde) ile ilişkilendirdiğim bir
unsurdan bahsederek bağlamak isterim.
Diziyi izleyenler bilirler, Jonas
geleceğe gittiğinde burada Sic Mundus tarikatı üyeleriyle karşılaşıyor. Bu
tarikatın üyeleri oldukça kirli görünümlü ve ortam da zaten soğuk ve puslu. Bu
üyeler yasaklı bir bölgede siyah maddeyi koruyor, yasaklı bölgeye girmeye çalışan
herkesi ise asıyor (Jonas hariç=)) İşte Sic Mundus tarikatı üyeleri tarafından
korunan bu siyah madde tam olarak materia prima. Yani maddenin Tanrı tarafından
yaratılan ilk hali, her şeyin kaynağı, maddenin dört halinin ve tüm
minerallerin türediği ilk cevher olan ilk madde. Yani Tanrı parçacığı. Materia
prima kavramı, “meydana geliş”in iki aşamalı olduğunu, yani “yaratma” ve “şekil
verme”nin farklı şeyler olduğunu gösterir.
Dark dizisindeki siyah (kaotik) madde. Kamera arkası. |
İlk madde de Antik Mısır, Sümer ve diğer medeniyetlerde kaotik sular ya da ilksel (reptil) sular olarak ifade edilmiştir (Dark’taki siyah madde de bir hayli kaotik görünür). Antik Mısır’da her şeyin (tanrılar, insanlar, soyut ve somut unsurlar gibi) önce yaratıcı tanrı Ptah’ın zihninde oluştuğu (materia prima), sonra da maddi suretlere büründüğüne (şekil verme) inanılırdı. Burada da meydana gelişin 2 aşamalı hali gözler önüne serilir.
Antik Mısır'ın yaratıcı tanrısı Ptah |
Hermes’in şu sözleri, öğretisinin
özeti şeklindedir:
“Eşyanın dışı, içi gibidir. İçle dış
arasında bir ayrılık yoktur. Küçük, büyük gibidir. Küçükle büyük arasında
hiçbir ayrılık yoktur. Evrende hiçbir şey ne iç, ne dış, ne küçük, ne büyüktür.
Bir tek yasa ve o yasanın gördüğü bir tek iş vardır. Bu sözlerin anlamını
anlayan hakikati görür. Kimi insanlar olağanüstü çabaları ve yetkinlikleriyle
(inisiye olanlar) öteki insanların görmediklerini görebilirler. Oysa “nedenler
nedeni” daima gizlidir. Çünkü sonsuzluk, pek kısa bir son olan zaman ve yine
pek kısa bir son olan mekan içinde anlaşılamaz ve anlatılamaz. Bizler, ancak öldükten
sonra onu anlayabilir ve anlatabiliriz. Çünkü yaşarken zaman ve mekanla
sınırlıyız. Sınırsızlık, sınırlılık içinde kavranamaz.”
Yani aslında “nereden geldik,
nereye gidiyoruz, neden buradayız, biz kimiz vb.” sorulara hala cevap veremiyor
oluşumuz, zaman ve mekanla sınırlanmış olmamızdan kaynaklanıyor. Bu durum,
havsalamızı da sınırlandırdığından sonsuzluk kavramını ve ötesini anlama noktasında
yetkin olamıyoruz. Bu nedenle binlerce yıldır aynı sorulara cevaplar arıyoruz. Neyse
ki Antik medeniyetler var=) Antik medeniyetlerin (Sümer, Mısır, Yunan, Çin,
Hint vd. gibi) günümüze kadar ulaşan ve sembolizm dolu eserleri sayesinde
onların bu gibi sorulara nasıl cevaplar bulduğu konusunda fikir sahibi
olabiliyoruz (bknz: Antik Mısır’ın ölümden sonraki yaşam tasvirleri, ölüler
kitabı vb.).
Konuyu derinlemesine ele almadan
ana hatlarıyla anlatmaya çalıştım, yoksa takdir edersiniz ki 3 sayfaya
sığdırılabilecek kolaylıkta değil anlatması. Umarım kafa karıştırmadan (ya da
açmadan =)) anlatabilmişimdir. O zaman Dark ile başladık, dizinin bana göre
ezoterik anlamı olan başlangıç müziğinde geçen sözler ile veda edelim:
For neither ever, nor never good
bye! =))