20 Ocak 2021 Çarşamba

Göz Var, İzan Var, Heykel Var, Heykel Var!

Geçenlerde Prenses Diana’nın Brezilya’daki bir müzede sergilenmekte olan balmumu heykelini görünce aklıma “antik dönem heykelleri temsil ettikleri kişileri gerçekten yansıtıyor mu?” sorusu geldi. Zira Prenses Diana’nın balmumu heykelinin, onun görüntüsüyle pek de bir ilgisi olmadığı ortada.


Heykeli gören pek çok kişi de “Bunun neresi Diana!” diyerek tepkilerini göstermiş. Söz konusu heykelin Diana’ya hiç benzemediği rahatlıkla söylenebilir, çünkü Diana’nın yaşarken nasıl göründüğünü çoğumuz fotoğraflardan ve medyadan biliyoruz.

Tıpkı Diana’nın heykeli gibi Cristiano Ronaldo’nun büstü de pek çok eleştiriye maruz kalmış ve alay konusu olmuştu.


Ronaldo’nun adı, doğduğu Madeira adasındaki havalimanına verilince bunun şerefine ve havalimanında sergilenmek üzere yapılan büst, futbolcuya hiç benzememesi sebebiyle tepki çekmişti. Heykelin çok fazla tepki çekmesinin ardından heykeli yapan kişi büstü sadece 15 günlük bir süre içinde yaptığını, Ronaldo’nun yoğun temposu nedeniyle kendisine modellik yapamadığını ve bu yüzden futbolcunun fotoğraflarından yararlandığını, dahası Hz. İsa’nın bile herkesi memnun edemediğini söyleyerek kendisini savunmuştur. 

Ronaldo demişken David Beckham’ın Bangkok’taki bir tapınakta sergilenmekte olan Buda heykelinden de bahsetmeden olmaz. Bir nevi “din” olarak görülen futbola ve futbolculara bağlılık bazen o kadar uç boyutlara gelebilir ki bağlılık bir anda tapınma(!)ya dönüşür. Zaten bağlılık ve tapınma arasındaki ince çizginin aşılması çok kolaydır. Bunun örnekleri futbolda görülebileceği gibi markalar dünyasında da görülebilir. Yani markalar da bir nevi dine dönüşebilir.

Apple markasının logosu ve sloganından oluşan bir dövme

Markalar dünyasından çıkıp Beckham heykeline geri dönelim. David Beckham’a hayranlığı uç boyutlarda olan ve artık tapınma boyutuna dönüşen bir hayranı tarafından Bangkok’taki Pariwas tapınağında sergilenmek üzere yapılan Beckham’ın Buda heykeli, Ronaldo büstü ve Diana’nın balmumu heykeli gibi tepki çekmekten çok şaşkınlığa sebep olmuştur.

Bangkok'ta bir tapınakta sergilenen David Beckham Buda heykeli

Heykelin uyandırdığı şaşkınlık, benzerlik-benzemezlik tartışmalarını gölgede bırakmış; futbola ve özelinde futbolculara duyulabilecek hayranlık boyutunu gözler önüne sermiştir.

Yazıya “antik dönem heykelleri temsil ettikleri kişileri gerçekten yansıtıyor mu?” şeklinde bir soruyla başlamıştım. Bu soruya cevap vermek zor. Zira antik dönemde yaşayan kişilerin (firavunlar, kraliçeler vb.) yaşadıkları dönemde nasıl göründüklerine ilişkin görüntülere ulaşmamız imkânsız. Bu konuda sadece yazılı metinlerden yola çıkarak yorum yapabilir, fikir sahibi olabiliriz. Heykellerden yola çıkarak yorum yapmak ise bizi hatalı sonuçlara ulaştırabilir. Örneğin Antik Mısırlılar firavunları heykellerde kaslı, sağlıklı ve atletik yapılı tasvir etmiş olmalarına rağmen yazılı metinlerden anlaşıldığı üzere firavunların çoğu obez, göbekli, genellikle kısa boylu ve birtakım sağlık problemleri olan kişilerdi. Yani aslında Antik Mısırlılar firavunların gerçek görünüşlerini yansıtmak konusunda gerçekçi değillerdi. Bu durumun sorunlusu tabi ki heykeltıraşlar değil, firavunlardı; çünkü firavunlar fiziksel olarak güçlü oldukları imajını yansıtarak hem gelecek nesillerin kendileriyle gurur duymalarını, hem de düşmanlarına/rakiplerine gözdağı vermek istiyorlardı. Ne de olsa Antik Mısırlılar, 15. Louis’in ünlü sözü “apres moi, le deluge” (Türkçesi: Benden sonrası tufan) gibi bir anlayışa sahip değillerdi. Daima medeniyetlerinin devamlılığını ön planda tutarlardı ve bunun için her ayrıntıyı göz önünde bulundururlardı. Firavun heykellerindeki gerçekçi olmayan tasvirler bile bu anlayışa hizmet ederdi.

Antik Mısır döneminde öyle bir dönem vardı ki o dönemde sanat, dibine kadar gerçekçi bir bakış açısıyla icra edilmişti: Amarna Dönemi. Amarna dönemi, sonrasında tek tanrıya inandığı için Mısırlı rahipler tarafından aykırı firavun olarak ilan edilen Akhenaton ve Nefertiti’nin dönemidir. Bu dönemde heykeller, oldukça gerçekçi bir şekilde oluşturulmuştur. Örneğin firavun Akhenaton’un üst bedenine göre oldukça iri olan alt bedeni ile göbeğini, heykelinde görmek mümkün:

Firavun Akhenaton'un Kahire Müzesi'nde sergilenmekte olan heykeli

Akhenaton’un eşi kraliçe Nefertiti’nin ise yaşarken ne kadar güzel bir kadın olduğunu, o dönemde yapılmış ve şu an Berlin Müzesi’nde sergilenmekte olan büstüne bakarak anlayabiliriz. Hatta Hitler'in söz konusu büste obsesif bir şekilde takıntılı olduğu yönünde hikâyeler de mevcuttur.

Kraliçe Nefertiti'nin Berlin Müzesi'nde sergilenmekte olan büstü

Nefertiti büstünden konu açılmışken ve yazıya facia (!) heykellerle başlamışken maalesef Kraliçe Nefertiti’nin de facia heykel modasından (!) nasibini aldığını söylemeden geçmeyeyim. Nasıl mı?! Mısırlılar Nefertiti’yi geçmişlerinin ve güzelliklerinin bir simgesi olarak gördüklerinden-ki Nefertiti “güzellik geldi” anlamına gelir-ülkelerinde kraliçenin bir büstü olması gerektiğini düşünerek ne yazık ki onun büstünü (!) yapma girişiminde bulundular. Sonuç hüsrandı:


Bu düpedüz çirkin büst hakkındaki tam yerinde yorumu ise bir Mısırlı şu şekilde yapmış:

Yazılanların Türkçesi şöyle: "Bu, Salamut kentindeki Nefertiti. Herhalde öldükten dört gün sonra buna benziyordu."

Gelen tepkiler sonrasında neyse ki büst, bulunduğu yerden kaldırıldı. Bu facia (!) büst olayı günümüz Mısırlılarının atalarının gerçekten de Antik dönem Mısırlıları olmayabileceğine olan inancımı güçlendirdi (bu çıkarımda tamamen hislerimden yola çıktığımı, bilimsel bir dayanağım olmadığını belirteyim). Zira Berlin Müzesi’ndeki muhteşem Nefertiti büstü ile Salamut kentindeki büstü karşılaştırınca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Heykeller gerçeği yansıtmalı mıdır? Yoksa heykeltıraş, yorumlama konusunda özgür mü olmalı, kendine göre mi yorumlamalıdır? Bu soruları tartışmak beni aşar. Zira sanat tarihi uzmanı, sanatçı veya heykeltıraş değilim. Ayrıca herkes her şeyi aynı şekilde görmeyebilir, algılamayabilir ve yorumlamayabilir. Örneğin aynı malzemeleri ve aynı ölçüleri kullansanız bile sizin yaptığınız kek ile başkasının yaptığı kek aynı lezzeti vermeyebilir. İşte lezzeti farklılaştıran o makinedeki hayalet, dokunuştur. Dolayısıyla heykeller de heykeltıraşların dokunuşunun bir ürünü olduğundan gerçeğin birebir kopyası olmak zorunda değildir. Yine de Salamut kentindeki Nefertiti büstü vb. gibi heykeller olmasa-ee göz var, izan var- daha iyi olur tabii. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder