Birbirlerine sıkı sıkıya sarılmış yeryüzü tanrısı Geb ve gökyüzü tanrıçası Nut’un, babaları Shu tarafından zorla ayrılmaları Mısır mitolojisinin en önemli kozmik olaylarından biridir. Cümleyi bu şekilde okuduğunuzda hazin sonlu bir aşk hikâyesi aklınıza gelmiş olabilir. Hatta “Gaddar Shu, âşıkları ayırmış!” gibi düşüncelerle tanrı Shu’yu suçlamış da olabilirsiniz. Mitolojinin en sevdiğim yönü de işte tam olarak budur: En önemli kozmik olayların aşk, vahşet, entrika, hırs ve romantizmle bezenmiş ağır sembolizmi!
Öncelikle bu kozmik olayı dimağınızda somutlaştırmak için Geb ve Nut’un Shu
tarafından zorla ayrıldıkları sahneyi gösteren Antik Mısır tasvirini aşağıya
ekleyeyim:
Yukarıdaki görselde mavi, vücudu yıldızlarla bezeli ve “kapsayıcı” şekilde
tasvir edilmiş olan, gökyüzü tanrıçası Nut’tur. Burada Nut’un kapsayıcılık
özelliğini bilhassa vurgulamak istedim. Zira gökyüzünün bizi kapsayıcı özelliği
bence daha güzel tasvir edilemezdi. Altta yatar pozisyonda, Nut’a göre “edilgen”
ve insan görünümünde tasvir edilen ise yeryüzü tanrısı Geb’dir. Burada ise Geb’in
Nut’a göre edilgen pozisyonunu vurgulamak istedim. Zira toprağı besleyen ve
toprağa hayat veren suyun gökyüzünden gelmesi, Nut’u Geb’e göre etken bir
konuma getiriyor. Buna ek olarak söz konusu görselde Nut’un ellerinin oldukça
sağlam duruşu karşısında Geb’in Nut’a doğru yönelmiş elinin oldukça cansız ve hatta
çıtkırıldım bir şekilde tasvir edildiği de söylenebilir. Bu durum bana
Michalengelo’nun Adem’in Yaratılışı
adlı eserini hatırlattı.
Adem'in Yaratılışı, Michalengelo'nun 1508-1512 yılları arasında Sistine Şapeli'nin tavanına boyadığı ünlü bir fresktir |
Dikkat edilirse Yaratıcı’nın Adem’e uzanan etkin ve güçlü eli karşısında
Adem’in elinin oldukça edilgen ve cansız bir şekilde tasvir edildiği (hani
uzamsam mı uzanmasam mı dermişçesine) görülebilir. Tıpkı yeryüzü tanrısı Geb’in
Nut’a uzanan eli gibi.
Konumuza dönecek olursak ilk görsele bakıldığında Nut’u kollarıyla havaya
kaldırarak Geb’den ayırmaya çalışan Shu’yu görebiliriz. Peki Shu bunu neden
yapıyor? Shu gerçekten âşıkları ayırmaktan sinsice zevk alan bir merhametsiz
miydi? Mitolojiye göre Shu’nun merhametsiz olduğunu söylemek zor. Hatta Shu’nun
âşıkları ayırması teleolojik bir temelde oldukça gerekli. Zira yeryüzünde
canlılığın ve hayatın başlaması için Geb ve Nut’un ayrılması şart. Yani burada
bir sine qua non durumu söz konusu
(bilmeyenler için sine qua non, “olmazsa olmaz”, “gerekli şart” anlamlarına
gelen Latince bir deyiştir. Genellikle bir başka Fransızca deyiş olan raison d’être ile karıştırılsa ve
birbiri yerine kullanılsa da raison d’être, bir şeyin var olma amacı
anlamındadır).
Yeryüzü, gökyüzü ile sıkı sıkıya bağlıyken aralarına ne hava ne de ışık
girebiliyordu. Canlıların ortaya çıkabilmesi için ikisi arasına hava ve ışığın
girmesi gerekiyordu. Dolayısıyla Shu, bu ulvi görevi gerçekleştirebilmek için
Geb ve Nut’u birbirinden zorla da olsa ayırdı. Sonra ne mi oldu? Geb ve Nut’un Antik
Mısır mitolojisinde hikâyeleri bolca aşk, entrika, hırs, kıskançlık ve vahşet
temalarıyla bezeli sembolizmle anlatılan nur topu gibi tanrı ve tanrıça
çocukları doğdu: Osiris, Yaşlı Horus, Seth, İsis ve Nephthys.
Çocuklarının doğumundan sonra gökyüzü tanrıçası Nut’un yeni görevi kendi
çocuklarını yemekti (!). Geb’in de Nut’tan geri kalır bir yanı yoktu. O da
kendi çocuklarını yutuyordu (!). Burada da yine Antik Mısır sembolizminin arşa
çıktığını görüyoruz. Yazının başında bahsetmiş olduğum âşıkların ayrılma
hikâyesinde hüzünlü bir aşk temasıyla bezenmiş sembolizmin, burada yerini
vahşete bıraktığını görüyoruz; ancak dehşete kapılmaya gerek yok. Zira gökyüzü
tanrıçası Nut’un çocuklarını yemesi, ölen çocuklarının ruhunu göğe çekmesi anlamına
gelirken yeryüzü tanrısı Geb’in çocuklarını yutması ise ölen çocuklarının
cesetlerini içine alması ve kabul etmesi anlamına geliyor. Geb ve Nut’un bu
görevleri, tıpkı Shu’nun âşıkları ayırma görevi gibi teleolojik temelde gerekliydi.
Zira yeryüzündeki ölüm ve yeniden doğuş çevrimi bu şekilde mümkün bir hâle
geliyordu.
Nut ve Geb’in çocuklarını yediği ya da yuttuğu sahneye yönelik herhangi bir
Antik Mısır tasviri bulunmuyor. Bu sahneyi aşağı yukarı karşılayabilecek bir tasviri Yunan mitolojisinde görüyoruz: Gök
Baba Uranos ve Toprak Ana Gaia’nın (böylece Antik Mısır’daki yeryüzü tanrısı ve
gökyüzü tanrıçası rollerinin Yunan mitolojisinde değiştiğini de görüyoruz) on
iki çocuğundan biri olan Kronos’un kendi çocuğunu yerken tasvir edildiği sahne:
Peter Paul Rubens tarafından 17. yy'da resmedilen bir tasvir |
Söz konusu görselde Kronos’un kendi çocuğunu yemesi açık bir şekilde tasvir
edilmesine rağmen bu tasviri “ kendi çocuklarını yeme sahnesini aşağı yukarı
karşılayabilecek bir tasvir” olarak nitelememin sebebi, yeme eyleminin
ardındaki sebebin farklı olmasıdır. Zira Kronos kendi çocuklarından biri
tarafından tahtından indirileceğinin kâhin tarafından kendisine bildirilmesi
neticesinde bütün çocuklarını gözünü kırpmadan yemiştir. Ancak kehanet
gerçekleşmiş ve Kronos, annesi tarafından gizlenen oğlu Zeus tarafından
tahtından edilmiştir (Musa hikâyesiyle benzerliğine dikkat ediniz). Dolayısıyla
Kronos’un çocuklarını yeme eylemi gerçekten de vahşi bir eylem olarak
tanımlanabilir.
Kronos’tan söz etmişken Kronos’la isim benzerliğinden dolayı karıştırılan ve Yunan mitolojisinde “zamanın vücut bulmuş hâli, zaman tanrısı” olarak ifade edilen Khronos’a da değinmek isterim. Zira İtalyan ressam Giovanni Francesco Romanelli’nin eserinde Khronos, çocuğunu yemese de derdest edip gökyüzüne götürürken resmedilmiştir.
Romanelli tarafından 17. yy'da yapılan eser (Warsaw Ulusal Müzesi)
Khronos’un bu tasviri, gökyüzü tanrıçası Nut’un çocuklarını yeme sembolizmine
ve ardındaki anlama çok daha yakın. Zira zaman tanrısı olarak Khronos da tıpkı
Nut gibi, zamanı dolan çocuklarını yeryüzünden çekip gökyüzüne taşıyor. Peki bu
size neyi hatırlattı?