Antik Mısır’da ölümden sonra huzurlu bir hayatı garanti altına almak için ölüler kitabı hazırlanırdı. Ölüler kitabı denilince aklınıza sayfalardan oluşan bir kitap gelmemeli. Zira birtakım büyülü sözler ve isimler, metrelerce uzunluktaki papirüslere yazılır, daha sonra bu papirüsler rulo hâline getirilerek ölüler kitabı oluşturulurdu. Ölüler kitabının içine ruhun, ölümden sonra karşılaşacağı testlerden ve yargılamalardan başarıyla geçebilmesi için bilmesi gereken dualar ve isimler yazılırdı. Böylece ölüyle birlikte gömülen ölüler kitabındaki yazılı bilgiler sayesinde ölünün bu aşamalardan başarıyla geçeceğine inanılırdı.
Ölüler kitabına sahip olmak Antik Mısırlılar için son derece önemliydi. Zira Antik Mısır’da ölüler kitabı olmadan ruhun huzura kavuşması mümkün görülmezdi. Bu nedenle oldukça pahalı olan bu kitaba kraliyet mensupları, üst düzey memurlar, rahipler ve katipler kolayca sahip olabilirken kitabı almaya gücü yetmeyenlerin bunun için bir hâyli çalışarak para biriktirmesi gerekiyordu. Tabii ölüler kitabının kalitesi de fiyatına göre değişiyordu. Satın alma gücü yüksek olanlar, birinci kalite papirüslere yazılmış ölüler kitabına sahip olabilirken satın alma gücü düşük olanlar, genellikle ikinci el papirüslere yazılarak hazırlanmış ölüler kitabına sahip olabiliyordu.
Hunefer'in Ölüler Kitabı'ndan bir sahne. M.Ö. 1275,
19. Hanedanlık, Thebes, Mısır. British Museum'da sergilenmektedir
Yukarıdaki görsel, bir kraliyet kâtibi ve 1. Seti’nin baş idare memuru, dolayısıyla satın alma gücü yüksek bir Antik Mısırlı olan Hunefer’in, şu an British Museum’da sergilenen ölüler kitabından bir sahnedir. Bu sahnede en solda beyazlar içindeki Hunefer (yani onun biraz sonra yargılanacak ruhu) ile onu elinden tutup yargılama sahnesine getiren ve sol elinde bir Ankh taşıyan Anubis yer alıyor. Anubis, Hunefer’i birazdan kalbinin yargılanacağı hassas tartıya götürüyor. Hunefer’in kalbi bu tartıda bir tüy ile (tanrıça Maat’in tüyü) tartılıyor. Tartı sırasında Anubis’i bir gözlemci olarak, yazmanların tanrısı Thoth’u ise tüm bunları kayıt altına alırken görüyoruz. Eğer Hunefer’in kalbi Maat’ın tüyünden hafif gelirse (ki öyle görünüyor) ya da dengede olursa ruhu bu aşamayı geçip huzura kavuşacak. Aksine, Hunefer’in kalbinin tüyden ağır gelmesi durumunda ise yaşarken iyi bir insan olarak yaşamadığı ve kalbini ağırlaştırdığı anlaşılarak ruhu, orada hazır bir şekilde bekleyen timsah, aslan ve hipopotam karışımı Ammut’a yem olup sonsuza dek yok olacak. Hunefer’in bu aşamayı başarılı bir şekilde geçtiğini ve Horus tarafından yeraltı tanrısı Osiris’e takdim edildiğini görüyoruz. Osiris ise arkasındaki kız kardeşleri tanrıça İsis ve Nepthys ile birlikte, iyi bir ruha sahip olduğu anlaşılan Hunefer’in ruhunu kabul edip huzura ve ölümsüzlüğe kavuşturuyor.
Ölümden sonraki bu zorlu yollardan-iyi bir insan olsa bile-ölüler kitabı olmadan geçemeyeceği düşünülen bir Antik Mısırlının ruhu, ne yazık ki ölüler kitabına sahip olsa dahi huzura kavuşamayabiliyor. Zira ölümünden binlerce yıl sonra mezarından çıkarılan Antik Mısır mumyaları gün geçtikçe artıyor. Örneğin Napolyon’un Mısır işgali sonrasında akın akın Mısır’a gelen Avrupalılar için mumyalar tam anlamıyla bir tüketim nesnesi hâline gelmiş durumdaydı. O dönemde Avrupalılar-özellikle Veblen’in “aylak sınıf” diye tanımladığı kesim- Mısırlı sokak satıcılarından satın aldıkları mumyaları evlerine götürüp evlerinde “mumya soyma partileri(!)” düzenliyorlardı. Mumyanın tümünü satın almaya gücü yetmeyenlere ise birtakım kolaylıklar (!) sağlanabiliyordu. Bu kişiler mumyanın tamamını alamıyorsa kolunu, bacağını ya da kafasını satın alabiliyorlardı.
Mumya satan Mısırlı bir sokak satıcısı, 1865, Mısır
Mumya soyma partilerinde yeterince huzursuz edildikleri yetmiyormuş gibi
Sanayi devrimiyle birlikte pek çok insan ve hayvan mumyası gemilerle
Britanya’dan Almanya’ya taşınarak burada ilaç, boya, gübre, sargı bezi ve kağıt
üretiminde ham madde (!) olarak kullanıldı. Mumyalar o dönemde o kadar
tüketilmişlerdi ve o kadar talep görmüşlerdi ki artan talep karşısında “sahte
mumyalar” bile üretilip satılmaya başlanmıştı. Suçluların, yaşlıların ve
fakirlerin çöle gömülen cesetleri ziftle sıvanıp bir süre güneşin altında
bekletildikten sonra sahte mumyalara dönüştürülerek pazarlanıyordu.
Kraliyet mumyaları için de durumun pek iç açıcı olduğu söylenemez. Örneğin 2. Ramses’in mumyası ölümünden binlerce yıl sonra mantar büyümesi tehdidi gerekçesiyle cesedin tamamen çürümesini engellemek amacıyla Fransız bilim adamları tarafından Fransa’ya götürüldü. Öte yandan Fransız yasaları, ülkeye giriş yapacak ölü ya da diri herkesin bir pasaporta sahip olmasını şart koşmuştu. Bu nedenle Büyük Ramses’e ölümünden binlerce yıl sonra Mısır hükümeti tarafından bir pasaport çıkartılmış ve Ramses’in mumyası Fransa’ya ancak bu şekilde nakledilebilmişti. Yani Ramses, ölümünden sonra dahi bürokratik işlerle uğraşmak zorunda (!) bırakılmıştı. Bu arada internette konuya yönelik olarak 2. Ramses’in pasaportu olduğu söylenen bir pasaport görseliyle karşılaşırsanız, bu pasaportun gerçeği yansıtmadığını göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederim. Zira 2. Ramses’in yukarıda belirttiğim nedenle pasaportu ölümünden 3000 yıl sonra gerçekten de çıkarılmış olmakla birlikte ilgili pasaport kamuyla hiçbir zaman paylaşılmamıştır.
2. Ramses’e ait olduğu düşünülen pasaport görseli, bir sanatçı tarafından söz konusu durumu “temsilen” hazırlanmıştır. |
Antik Mısırlılar, kraliyet mensubu ya da üst düzey olsun veya olmasın, ölümden sonraki hayata daha çok önem ve değer verirlerdi. Bu nedenle yaşadıkları dönemde çoğunlukla ölümden sonrası hayatlarında huzur bulmak için çalışırlardı. Ölüler kitabı satın alırlar, tanrı ve tanrıçaları memnun etmek için ellerinden geleni yaparlardı. Ölümlerinden sonra da huzurlarının bozulmaması ve rahatsız edilmemek için büyük bir çaba gösterirlerdi. Bedenlerini mumyalayarak yaşarken sahip oldukları görüntülerini bir nevi “dondururlardı”. Mumyalarına gelebilecek olası bir zararın, ölümlerinden sonraki hayatlarına da yansıyacağını düşünürlerdi. Bu nedenle mumyaların zarar görmemesi ve rahatsız edilmemesi onlar için oldukça önemliydi. Bu noktada mezar odalarını gizleyip koruyucu büyülerle bezerlerdi.
Acaba Antik Mısırlılar ölümlerinden binlerce yıl sonra mumyalarının
yeryüzüne çıkarılıp huzurlarının bozulabileceğini hiç düşünmüşler miydi? Ya da
mezarlarının yağmalanacağını? Sanırım bu konuda Antik Mısırlıların pek bir korkusu
yoktu. Zira bilinenin aksine, Antik Mısır’daki mezar odalarında “her kim ki bu
mezarda uyuyanı rahatsız eder…” tarzı cümlelerle başlayan lanetler
bulunamamıştır (Evet, Kral Tut’un mezar odasında bile! Bu durum, medyanın birtakım
propaganda faaliyetleri, yalan haberleri ve abartılı söylemleri sebebiyle
ortaya çıkmıştır). Dolayısıyla Antik Mısırlıların-ölüler kitabına sahip olmak
koşuluyla-ölümden sonraki hayat için umutlu ve iyimser oldukları düşünülebilir.
Antik Mısırlıların dünya işlerinden nispeten uzak, ölümden sonraki hayata ise
bu kadar odaklanmış olmaları, dünyanın ölüleri bile rahat bırakmayacak
açgözlülükle dolu olduğunu fark etmemelerine ve mumyalarının binlerce yıl sonra
yerlerinden edilip “huzurlu uykularından” uyandırılacağını öngörememelerine yol
açmış gibi görünüyor. Siz ne dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder