23 Nisan 2024 Salı

RAMSES, ŞİMDİ SEN DE HERKES GİBİSİN: ANTİK DÖNEM FİLTRELERİ

 

Günümüzde estetik operasyonlar ve fotoğraf filtreleri gibi “hilelerle” artık herkes neredeyse parmak izleri hariç birbirine benzer oldu. Kişiye has özellikler yerini medya ve/veya tüketim toplumu tarafından empoze edilen “idealleştirilmiş” güzellik kriterlerine bıraktı. Günümüzdeki sözüm ona güzellik kriterlerine kendini kaptırıp kendi bedeninden memnuniyetsiz olanlar ise soluğu estetik operasyonlarda, üstüne bir de fotoğraf filtrelerinde alır oldu. Böylece kendi bedeninin bir “tüketicisi” hâline gelen birey (!) hem estetik operasyonlar hem de fotoğraf filtreleriyle üst üste “bozuma” uğrayan bedeniyle biricikliğinden gittikçe uzaklaştı ve “ifadesizler” çukuruna düştü. Ama konumuz bu değil!..

Aslında konumuz tam olarak bu değil dersem daha doğru olur. Zira bu yazımda “idealleştirilmiş güzellik algısının” antik Mısır döneminde de mevcut olduğundan bahsedeceğim. Tabii ki antik Mısırlıların dudak dolgusu, badem göz vb. estetik operasyonlar yaptırdığını söylemiyorum=) Bununla birlikte antik Mısırlıların “dolgun dudak”, “badem göz” ve “dar burun” gibi beden özelliklerini idealleştirdiklerini söylüyorum. Zira antik Mısır sanatından (duvar çizimleri ve heykeller) anlıyoruz ki insan figürleri çoğunlukla dolgun dudak, badem göz ve dar burun gibi dikkat çekici ve idealleştirilmiş fiziksel özelliklerle tasvir edilmiştir. Antik Mısır sanatı bu idealleştirilmiş güzellik standardını o kadar benimsemiştir ki bütün firavun heykelleri neredeyse birbirinin aynı ve “tekdüze” özellikler göstermiştir. Tıpkı günümüzün “ifadesizler” çukuruna düşenlerin tekdüzeliği gibi…

Antik Mısır tasvirlerinin tekdüze olmasının sebebi antik Mısırlıların idealleştirilmiş güzellik takıntısı mı yoksa sanatçıların tarzı mı tartışılır. Firavunların, düşmanlarına korku salmak ve gözdağı vermek için heykellerini kendi gerçek görüntülerine benzer değil de “güçlü kuvvetli” ve “fit” görünümlü olacak şekilde yaptırdıkları yönünde görüşler mevcuttur. Öte yandan firavun kaç yaşında olursa olsun onu yaşlı olarak değil de gençliğinin baharındaki hâliyle tasvir etmek de antik Mısır sanatında yaygındı. Bu sebeplerle antik Mısır tasvirleri ideal ve tekdüze görüntüyü yansıtacak şekilde yapılmış olabilir.

Antik Mısır sanatçılarının, insan tasvirleri için kullandıkları kılavuz ve ızgara sistemi de söz konusu tekdüzeliğin bir sebebi olabilir. Zira antik Mısır’ın iki boyutlu sanatında insan figürlerini düzenlemek için kullanılan kılavuz ve ızgara sisteminde kişinin gerçek boyu ve kilosunun bir önemi olmaksızın herkesin kapladığı alan aynıydı.


Antik Mısır sanatında kullanılan ızgara sistemi. 18.-25. Hanedanlık dönemlerinde ayak tabanından saç çizgisine kadar 18 parça kullanılırken 25. Hanedanlıktan sonra 21 parçadan oluşan yeni bir ızgara sistemi geliştirilmiştir.

Buna ek olarak iki boyutlu sanatın bir ürünü olan “perspektif görünüm” de antik Mısır tasvirlerinin birbirine benzemesinin bir diğer sebebi olarak ortaya çıkar. Figürün genelinin yandan tasvir edilmesiyle oluşan perspektif görünümde göz, kaş ve omuzlar sanki önden görünüyormuş gibi tasvir edilir. Perspektif görünümde her iki kol ve el de görünür şekildedir. Bir bacak ve ayak yürüyormuşçasına her zaman diğerinin önünde, her iki ayak başparmağı da görülebilecek şekildedir. Bir insanın “gerçekte böyle durmasının imkânsız olduğu” (zira normal bir insanın profilden durup sağında/solunda kalan birine doğrudan bakması pek mümkün değil) iki boyutlu antik Mısır sanatındaki perspektif görünümün amacı vücudun çeşitli bölgelerini olabildiğince göstermektir.


Hunefer papirüsünden bir sahne. Anubis ve arkasındaki Hunefer'in perspektif görünümlü tasviri.

Antik Mısır’ın ızgara sistemi ve perspektif görünüm özellikli iki boyutlu tasvirlerinin yanı sıra atölyelerde “seri olarak” üretilen heykeller de tekdüzeliğin bir başka sebebi olarak ifade edilebilir. Seri ve idealize edilmiş bedensel özellikleri yansıtacak şekilde “antik filtreli” olarak üretilen heykellerin kime ait olduğu ise çoğunlukla üzerlerinde yazılı isimlerle anlaşılır. Hatta çoğu zaman heykeldeki ismin silinip aynı heykele başka bir firavunun isminin işlenmesi de söz konusu olabilmekteydi. Zira antik Mısır sanatında önceki hükümdarların bıraktıkları eserleri mevcut hükümdarlar için işlemek yaygın bir uygulamaydı. Örneğin Mısır’ın 19. Hanedanlığının üçüncü firavunu olan ve 66 yıl hüküm süren 2. Ramses antik Mısır’ın en üretken inşaatçılarından biri olmasına rağmen seleflerinin tapınaklarını ve heykellerini kullanıp üzerlerine kendi isimlerini ve yazıtlarını işletmiştir. Seleflerine ait heykellerin yüz hatları ve ismi 2. Ramses’e göre değiştirilip düzenlense de heykellerin idealize edilmiş bedensel özellikleri sürdürüldüğünden tekdüzelik devam etmekteydi.


2. Ramses'in antik filtreden geçmiş (idealleştirilmiş bedensel özelliklerle tasvir edilmiş) ihtişamlı heykeli (Mısır Müzesi, Kahire)

Antik Mısır sanatında tekdüzeliğe aykırı olan ve antik filtre kullanılmadan “doğal” görüntüyü yansıtan heykeller ve tasvirler nadir de olsa bulunur. Örneğin yazman (kâtip) heykellerinde söz konusu doğallığı görmek mümkündür. Oturur pozisyonda tasvir edilen yazman heykelleri idealize edilmiş beden ölçülerinden çok uzak, genellikle şişman ve gevşek vücutlarıyla gösterilmiştir (belki de genel yazman portresine uymayan tek yazman, yazıcıların tanrısı Thoth’tur, o da tanrı kontenjanından nasibini alıp gayet fit bir şekilde tasvir edilmiş olsa gerek). Antik Mısır’da yazmanlık, arzu edilen gözde mesleklerden biriydi. Zira yazmanlık, piramit işçiliği gibi ağır fiziksel emekle geçen bir hayattan kurtulmak anlamına geliyordu. Yazmanların sürekli oturarak yazı yazması ve fiziksel açıdan hareketli bir hayatlarının olmaması, kilolu olmalarını beraberinde getirmiş olabilir. Dolayısıyla kilolu bir şekilde ve filtresiz olarak tasvir edilen yazman heykellerinin gerçek görüntüyü yansıtan nadir heykellerden biri olduğu ifade edilebilir.


Bir antik Mısır yazman heykeli. Gövde kısmındaki katmanlar "baklava" değil, gayet gerçekçi ve filtresiz yağ katmanları=)

Tekdüze ve filtreli firavun heykellerine epey “aykırı” olan ve gerçeği yansıttığı düşünülen firavun heykelleri Mısır’ın “aykırı” firavunu Akhenaton döneminde görülür. M.Ö. 1353-1336 yılları arasında Mısır’ı yöneten Akhenaton, tüm Mısır tanrılarını reddedip tek tanrı (Aten) inancını getirmesiyle ve benimsemesiyle tanınır. Bu özelliği, Akhenaton’un aykırı firavun olarak bilinmesinin en önemli sebebidir. Akhenaton’un aykırılığını döneminin sanatında da görmek mümkündür. Zira söz konusu dönemdeki sanatsal tasvirlerin idealize edilmiş filtreli görünümden epey uzak, gerçek görüntüye ise çok yakın olduğu görülür. Örneğin Akhenaton’un heykellerine bakıldığında onun fit ve maskülen görüntüden uzak, feminen bedensel özellikleriyle (geniş kalça ve basen, dolgun dudak gibi) tasvir edildiği görülebilir. Akhenaton’un gerçekte de Marfan sendromu hastalığı sebebiyle feminen bedensel özelliklere sahip olduğu ifade edilir.


Akhenaton heykeli (Büyük Mısır Müzesi)

Antik Mısır sanatının özellikleri tabii ki burada yazılanlarla sınırlı değildir. Bu yazımda sadece günümüzde çokça kullanılan fotoğraf filtrelerinin idealleştirilmiş bedensel özelliklere ulaşma amacına epey benzettiğim için antik Mısır filtrelerine kısaca yer vermek istedim.

Yazının başında medya ve tüketim toplumu tarafından empoze edilen idealleştirilmiş güzellik standartlarına ulaşmak için estetik operasyonlar ve fotoğraf filtrelerine başvurulduğuna ve böylece bireyin biricikliğinden gittikçe uzaklaşıp ifadesizleştiğine değinmiştim. Tam da bu konuyu “Baştan Çıkarma Üzerine” adlı eserinde çok çarpıcı bir şekilde dile getiren Baudrillard’ın ilgili sözlerine yer vererek yazımı sonlandırmak isterim:

“…Bedeni görünür kılma pahasına öznelliği ve bireyselliği yok eden güzellik ürünlerinden, estetik cerrahı operasyonlarına kadar tüketim toplumunun sunduğu tüm olanaklar, bedenin sahip olduğu göstergelerin doğal ve içkin anlamlarını yıkarak söz konusu uygulamalar aracılığıyla yeni protez ve yapay varlıklar yaratır. Bu bağlamda, “makyaj da yüzü geçersiz kılmanın bir yoludur; daha güzel gözlerle gözler geçersiz kılınır; daha kusursuz dudaklarla dudaklar ortadan kaldırılır (Jean Baudrillard, Baştan Çıkarma Üzerine, 2014:75-116).”


3 Mart 2024 Pazar

Kaostan Önce Sis Vardı: Sisli Bir Günde Sis Tanrılarına Dair

Bir önceki “Fırtınalı Bir Günde Fırtına Tanrılarına Dair” başlıklı yazımı yazmaktaki temel motivasyonum o günün fırtınalı bir gün olmasıydı. Bu yazımı yazmaktaki motivasyonum da bir doğa olayına dayanması bakımından aynı: Bulunduğum şehirde günlerdir süren sis. Dolayısıyla sis tanrılarını anıp sisin bir an önce kalkmasını dilemek amacıyla böyle bir yazı yazmak istedim=) Fakat mitoloji bu konuda fırtına tanrılarında olduğu gibi bereketli değil. Zira sis tanrısı olarak ifade edilen tanrıların sayısı bir hâyli az. Söz konusu az sayıdaki tanrıların da biricik özelliği sis tanrısı olmak değil. Sis tanrısı olma özelliği, sahip oldukları özelliklerden sadece biri.

Antik Mısır mitolojisine başvurduğumda (tabii ki önceliğim Antik Mısır<3) karşıma çıkan Tefnut’un, sis tanrıçası olma özelliği ile anıldığı çok az kaynak var. Tefnut, baskın olarak nem, nemli hava, çiğ ve yağmur tanrıçası olarak anılıyor. Hava tanrısı Shu’nun hem kız kardeşi hem de eşi olan Tefnut, antik Mısır mitolojisinin en önemli kozmik olayını anlattığım yazımda geçen yeryüzü tanrısı Geb ve gökyüzü tanrıçası Nut’un annesi olarak karşımıza çıkıyor. Tefnut ile ilgili dikkatimi en çok çeken unsur ise isminin etimolojisi. Zira ismi “onomatopoetik” bir özellik gösteriyor. Dil biliminde nadiren de olsa “ekoizm” olarak ifade edilebilen, telaffuzu ve yazımı zor bir kelime olan onomatopoeia, tanımladığı sesi fonetik olarak taklit eden, o sese benzeyen yansıma sesleri (ekoizm) oluşturma sürecidir. Örneğin kedi ve köpek seslerini ifade etmek için kullanılan “miyav”, “hav hav” ya da saat sesini taklit eden “tik tak” gibi kelimeler birer onomatopoetik özelliktedir. Tefnut’a dönecek olursak mitolojiye göre Tefnut, babası yaratıcı tanrı Atum’un onu tükürmesiyle yaratılmış, bu sebeple Tefnut ismini almıştır. Dikkat edilecek olursa tükürme eylemi sırasında çıkan ses ile Tefnut kelimesi arasındaki benzerlik ilişkisi kolaylıkla fark edilebilir. Tefnut’un etimolojisi, dillerin kökenine son derece meraklı (bir logofil=)) ve sırf bu konuyla ilgili bir blog sahibi olarak çok ilgimi çekmesi sebebiyle bu yazımda yer almayı hak etti. Yoksa Tefnut’u bu yazımda anmamın, onun nadiren bahsedilen sis tanrıçası olma özelliğiyle doğrudan bir ilgisi yok=)

Elinde bilgeliğin anahtarı Ankh ve başında Güneş diskiyle aslan başlı olarak tasvir edilen tanrıça Tefnut görseli


Sis tanrıçası olma özelliği Tefnut’a göre daha belirgin olan tanrıça Achlys, Yunan mitolojisinde karşımıza çıkıyor. Buna rağmen Achlys, doğrudan sis tanrıçası olarak değil, daha kasvetli bir şekilde sisle ilişkilendiriliyor:

“Ölüm sisinin, ölülerin gözlerinin bulanıklaşmasının kişileşmiş hâli.”

Barındırdığı bu kasvet yetmiyormuş gibi daha da iç karartıcı bazı özelliklere de sahip olan Achlys, sisli günlerin ağır kasvetinin sorumlusu gibi görünüyor:

“Sefaletin, üzüntünün ve ölümcül zehirlerin tanrıçası.”

İç karartıcı bu özellikleri Achlys’in, “Keres” olarak bilinen dişi ruh grubunun bir üyesi olarak anılmasını da beraberinde getiriyor. Keres, Pandora’nın kavanozundan insanlığı rahatsız etmek için salınan kötü dişi ruhlar olarak ifade edilir. Bu dişi ruhlar kötülük salanlar (kakoi), hastalık salanlar (nosoi) ve felaket salanlar (lugra) olmak üzere üç gruptur. Bu noktada Achlys’in sahip olduğu iç karartıcı özellikler itibarıyla hem kakoi hem nosoi hem de lugra grubuna hizmet ettiği ifade edilebilir. Keres, acı çekerek ölenlerin ya da ölümü kanlı olanların ruhlarından ziyafet çeker. Bu sebeple “şiddetli ölümün kana susamış ruhları” olarak da ifade edilir. Bu noktada Thanatos’tan ayrılır. Zira Thanatos, ölümü şiddetli olmayan, mutlu bir şekilde ölenlerin ölümünden sorumlu bir ölüm tanrısıdır.

Tanrıça Achlys'in temsili görseli (Yunan didaktik şiirinin babası olarak bilinen Hesiodos'un tabiriyle Achlys, Herkül'ün kalkanında solgun, zayıf ve ağlayan bir şekilde göründü...) 

Achlys’in antik Roma mitolojisindeki karşılığı Caligo’dur. Bir sis tanrıçası olan Caligo, evrenin yaratılışından önceki mitolojik boşluk olan Chaos’un annesidir. Dolayısıyla mitolojiden yola çıkarak evren yaratılmadan önce kaosun, kaostan önce ise sisin olduğunu ifade edebiliriz. Sis tanrıçasının çocuğu olarak ifade edilen Chaos, gece tanrıçası Nyx ve karanlık tanrısı Erebus’u dünyaya getirir. Nyx ve Erebus ise gökyüzünün parlak ışığının tanrısı olan Aether ile gün tanrıçası Hemera’yı dünyaya getirir. İşte burada yine bir “logofil” olarak ilginç bir nokta dikkatimi çekiyor: Gün tanrıçası “Hemera” ile sevdiğim bir grup olan “İmera” arasındaki fonetik benzerlik=) Rumcadan Lazcaya geçen İmera’nın “gün” anlamına gelmesi bu durumu daha da ilginç bir hâle getiriyor. Zaten imeranın etimolojisine baktığımda da tahminimde yanılmadığımı anladım. Yunanca emeradan imeraya dönüşen kelime, Lazcaya giriş yapıp sevdiğim grubun ismi hâline gelmiş. Emeranın da antik Yunan’ın gün tanrıçası Hemera’dan geldiğini ifade etmeme gerek yok sanırım=)

Kelime merakım Achlys’in kasvetini bir anda ortadan kaldırmaya yetti. Umarım Achlys, gökyüzünden kasvetini çeker ve gökyüzü Hemera'nın ışığıyla dolar=) O zaman Hemera’yı cesaretlendirmek için İmera grubundan Türkçede “gün ışığım” anlamına gelen  İmera Fera parçasını dinleyeyim ve sizin de dinlemeniz için sizi linke yönlendireyim=)

(Not: Bu bir iş birliği değildir. Durum, sadece kelime birliğinden, yani etimolojik birliktelikten ibarettir=))